Hacc Meşakkattir! - 1
Hacc’a niyet edip, o yolculuğa çıkan hemen herkesin, kendi dilinden eş anlamlısını duyduğu meşhur bir söz vardır. “Hacc Meşakkattir”. Bu sözün bilinçli ve belirli bir amaca matuf olarak dile getirildiğine inanıyorum ve bu yazıda sizlere bu düşüncelerimi Hacc yolculuğu deneyimlerim ile birlikte anlatmaya çalışacağım inşallah.
Resmi kayıtlara göre 2,5 milyon, ancak kayıtsızları da dahil ettiğimizde 3 milyonu aşkın farklı renk, dil, coğrafya ve kültürden insanın bir araya geldiği muhteşem, evrensel bir buluşmadır Hacc. Biz üç arkadaş ve refikalarımızla birlikte geçen yıl (2023 yılında) bu muazzam randevuya iştirak ettik. Sanırım her birimiz, en az bir kere umre vesilesi ile bu topraklarda daha önce bulunmuştu. Ben ise ayrıca 2015 yılında Hacc için de gelmiştim. Nispeten tecrübeli sayılsam da tek başına olmak ile içinde bayanların da bulunduğu bir grupla birlikte hareket etmenin zorluğunu tahmin edebiliyordum. Bunu neden ayrıca belirttiğimi yazının ilerleyen aşamalarında görebileceksiniz inşallah.
Avrupa’nın farklı ülkelerinde yaşayan 3 aile, İstanbul’da buluşarak Medine’ye doğru, uçak ile yolculuğa başladık. Ülkelere uygulanan kotalar, Suudi yönetiminin vize süreçlerini dijitalleştirme çabası, organizasyona katılacak acenteleri tek elde ve kendinde toplama niyeti sebebiyle Hacc vizelerini alabilmek kolay olmadı. Macaristan’da çalışan arkadaşımız Avusturya’daki bir acenteden yardım talep etti. Onlar pasaportlarımızı Almanya’ya göndermemizi istedi. Biz pasaportları Almanya’ya ulaştırdık. Ama vizeler Türkiye’den çıktı ve elektronik olarak bize ulaştı. İstanbul’da buluşmamızın ana sebebi, çocuklarımızı ailelerimize teslim etmek olsa da gerekli olup olmadığından emin olamadığımız aşı karnelerini de İstanbul’dan temin edebilecektik ve o sebeple İstanbul’da buluştuk. Sanırım sadece aşı olma isteksizliğimizin ötesinde bulunduğumuz yerlerdeki aşıya erişimin maddi olanakları da bizi bu yönteme zorlamıştı. Hacc ve umre organizasyonları yapan bir acenteden yeterli sayıda aşı karnesini temin etmiş olmanın rahatlığı ile seyahatimiz başlamıştı.
Umre veya Hacc olması fark etmeksizin ilk uçuş noktasının Cidde yerine Medine olmasının daha kolay olduğunu düşünüyorum. Özellikle de erkekler için. Zira Cidde’ye gidildiğinde uçuş sırasında mikat sınırlarını giriliyor ve uçağa ihramlı binilmesi gerekiyor. Uçuş esnasında, havalimanında, havalimanından otele transfer sürecinde ve otelde dinlenmeden umre ziyaretinin tavaf ve saylarını tamamlayana kadar epey bir süre geçmekte ve bu süreyi ihramlı olarak geçirmek oldukça zor olabilmektedir. Bu sebeplerden ötürü eğer tercihiniz ile olacaksa, önce Medine’ye gitmenizi tavsiye ederim.
Hacc döneminde belirli bir süre, Mekke/Mikat sınırlarından giriş ve çıkışlar durdurulur. Yani Bayram/Arafat gününden önce ve sonra olmak üzere toplamda 6-7 gün süresince tüm muhtemel geçiş güzergahları, mümkün mertebe kapatılır. Bizim Medine’ye varış günümüz de bu kısıtlamaların başlamasından sadece bir gün önceydi. Belki de bu sebeple olacak ki havalimanı olabildiğince sakindi. Çok kısa sürede pasaport/gümrük işlemlerimizi bitirmiş ve çıkmıştık. Daha önceki tüm gelişlerim/iz Cidde üzerinden olmuş ve uzun süreler boyunca pasaport kuyruğunda beklemek durumunda kalmıştım/k. Bu arada aşı yaptırmadan temin ettiğimiz aşı kartlarımızı soran, kontrol eden olmamıştı. Sebebini tam olarak bilmesek de Türkiye’den gidiyor olmamız bir faktör olmuş olabilir.
Medine havalimanında dikkatimi kadın gümrük polisleri çekmişti ilkin. Zira önceki yıllarda neredeyse hiçbiri kadın olmayan polislerin tamamı bu sefer kadındı. Sanırım yeni Suud yönetimi kadınlara pozitif ayrımcılık (riyakarlığın modern bir veçhesi) söylemine kendini fazlaca kaptırmış ve kadınlara hayatın içinde yer vermeye çalışırken erkekleri hayatın dışına itmişti.
Bizi karşılayacak organizasyonun temsilcisi ile iletişime geçtik ve 30-40 dakika bekledikten sonra bizi almaya geldi. Hacc döneminde havalimanlarından çıkışlar sadece Suud otoritesi tarafından yetkilendirilmiş araçlarla mümkün olabilmektedir. Bizi büyük bir otobüse aldılar. Pasaportlarımızı bizden alıp zemzem, meyve suyu ve hurma ikram ettiler.
Medine’de tarifi zor bir huzur ve dinginlik içinde bulur kendini ziyaretçiler. Sanrım bunu hissetmeyen yoktur. Bu durum Mekke’de ki yoğun ve yorucu ziyaretten sonra olduğunda, daha ziyadesiyle hissediliyor olsa da Peygamber Efendimizin huzuruna varıp O’na selam vermek, ashabının saf tuttuğu yerlerde namaza durmak, dua etmek, tarifi imkânsız duygular ve ruhsal dinginlikler yaşatıyor ziyaretçilere.
Sadece 1 gece kalacağımız otele varıp eşyalarımızı bıraktığımızda akşam ezanı okunmak üzereydi. Kısa sürede eşyalarımızı odalarımıza bıraktık, abdestlerimizi aldık ve Mescid-i Nebeviye, yani Peygamber Mescidine doğru hızlı adımlarla yürümeye başladık.
Baki mezarlığı tarafı hariç tüm yönlerden, renkleri, giyimleri, dilleri farklı binlerce Müslüman, akşam üstü kovanlarına dönen arılar misali, salavatlar ile yol alır huzura doğru. En sevgili ile buluşmanın heyecanını taşır her bir adım. En iyi yoldaş, Hz. Ebubekir’e çıkar her yol. Hz. Osman’ın hayasına büründürür her sokak. Kapısı açık, sahipsiz her dükkân Hz. Ömer’in adaletini anımsatır. Her hücresinden Hz. Ali’nin ilmi, ışık gibi yayılır Mescid-i Nebevinin.
Namaza son anda yetişebilmiştik. Namazdan sonra Peygamber efendimizi selamlamanın, yeşil halıda (ravza-i mutahhara’da) 2 rekât namaz kılabilmenin bir yolunu bulmaya çalıştık. Ancak ziyaretlerin rezervasyonlu olduğunu öğrendik. Vize konusunda yaşadığımız o trajikomik tecrübenin bir benzerini de burada yaşamıştık. Caminin avlusunda labirent gibi bölmeler ve kontrol noktaları oluşturmuşlardı. O labirentin girişini bulmak başlı başına bir eziyetti ve rezervasyonumuz olsa da randevu saatine yetişmemiz imkânsız olurdu sanırım. Mescid-i Nebevinin etrafında bir tur atıp hüzünle otelimize döndük.
Peygamber efendimizin (s.a.s) evi ile minberi arasında kalan yere Ravza-i Mutahhara (cennet bahçesi) deniliyor. Yeşil halı olarak da bilinen bu alanda, kılınan 2 rekât namazın cennette kılınmış kadar sevap olunduğu rivayeti aktarılır ziyaretçilere. Bu sebepledir ki Hacc ve Umre ziyaretçileri burada namaz kılabilmek için büyük izdihamlar oluştururlar. Açıkçası “Evimle minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de havzımın üzerindedir.” hadisinde namaz kılmaya dair bir atıf bulunmadığı halde ziyaretçilerin buna teşvik edilmesi, ziyaretleri olabildiğince kısıtlamakta ve zorlaştırmaktadır. Hac meşakkattir! Namaz kılmak isteyenler ile sadece Peygamber Efendimizin kabrinin ziyaret edip, selamlamak isteyenlerin ayrı yerlerden ve yönlerden sevk edilmesi bu zorlukları büyük oranda hafifletir diye düşünüyorum.
Yarın cuma gününe uyanacak ve cuma namazından sonra Mekke’ye gidecektik. Teheccüd ve sabah namazına kalkabilmek için mümkün olan en kısa sürede dinlenmeye çekilmemiz gerekiyordu. Daha önceki tecrübelerden de hatırladığım üzere hem Mekke hem de Medine’de ibadetlere iştiyak ile icabet edebilmek için uyku ve beslenmeye gerekli ihtimamı göstermek lazımdı.
Sabah namazından sonra ziyaretçiler genelde Cennet-ül Baki Mezarlığını ziyaret ederler. Biz de bu niyetle namazdan sonra o tarafa doğru yöneldik. Ancak ve maalesef bu teşebbüsümüz de sonuçsuz kalmış ve mezarlığın ziyarete kapalı olması sebebiyle sadece uzaktan selam ve dualarımızı sunabilmiştik Peygamber Efendimizin ashabına, arkadaş ve yoldaşlarına.
Zamanımız kısıtlıydı. Medine’deki birçok ziyaret yerine gidemeyecektik. Ancak Uhud farklıydı ve oraya gitmeden ayrılamazdık. Organizasyon şirketimiz bize bir araç ayarladı ve Cuma saatine kadar mümkün mertebe ilk durak Uhud olacak şekilde, diğer birkaç ziyaret yerine gitmek için yola çıktık.
Mal sevgisi, makam tutkusu, rütbe korkusu, rızık endişesi… Hasılı her zamanın insanı tarafından yapıla geldiği gibi, o gün, yani uhud günü de bin bir türlü dünyevi lezzet uğruna terk edilen tepedeyiz işte. Ayneyn tepesi (okçular tepesi). Resulullah’ın emrine uyan ve yerini terk etmeyen Abdullah b. Cübeyr ve 10 yiğidin yanı başındayız. Hemen aşağıda Mekke’de modaya yön veren, en güzel kumaşları ilk giyen zengin aile çocuğu Musab Bin Umeyr. Bedenini örtmeye yetmeyen bir elbise ile, yere düşmesin diye iki kolunu feda etmiş, göğsünde dalgalandırıyor İslam sancağını. Aldığımız nefesin sebebi Hz. Hamza, işiten kulağımız Abdullah Bin Cahş ile kucak kucağa karşılıyor bizleri. Kâ‘b b. Mâlik; Allah’ın Resulü ölmedi, aranızda yaşıyor diye haykırıyor kayalıklardan. Hz. Fatıma elinde su ile karşılıyor, Hz. Aişe yaralarımızı sarıyor. 1400 Yıldır olduğu gibi en az 70 parçayız, paramparçayız Uhud’ta.
Rehberimizin zaman uyarısı ile, Peygamberi seven dağa veda vaktinin geldiğini anladık. Zamanın durduğu mekândan, olduğumuz zamana dönmek çok da kolay olmadı açıkçası. İkinci ziyaretgahımız Kıbleteyn Mescidi olacaktı. Ancak arabamız yolda kaza yaptı. Hem rehberlik hem de şoförlük yapan ağabey; size bir araba ayarlasam, sizi götürse ve sonra da otele bıraksa olur mu dedi. Elbette ki olur dedik. Birkaç pazarlık denemesinden sonra nihayet bir araba ile anlaştı. Medine veya Mekke’de trafikte gördüğünüz hemen her araba potansiyel bir taksidir. Sadece fiyatta anlaşmanız gerekiyor. Kıbleteyn Mescidine olan ziyaretimiz çok kısa sürdü ve oradan hızlıca otelimize döndük. Cuma namazı için Mescidi Nebeviye geçtik oradan da.
Cuma namazı için alt katlarda serin veya gölgede bir yer arayışımız epeyce sürdü. Zira Mescit olabildiğince kalabalıktı. Çıplak ayaklar ile kor ateş gibi kızgın mermerlere basa basa dolanıp durduk ve nihayetinde kaderimize razı gelip güneşin altında oturduk. Namazın bitimine müteakip hemen otele döndük ve eşyalarımızı toparlayıp otobüse geçmek üzere lobiye indik. Lobide oturan ve daha sonra yol boyu bize rehberlik edeceğini öğrendiğimiz gurup başkanı hoca ile tanıştık.
Tanışmalarda en hoşlanmadığım soru “Nerelisin?” sorusudur. Aslında gayet basit ve doğal bir sorudur tanışmaya başlamak için. Ancak benim açımdan pek öyle olmuyor. Zira ilk soruya cevabım “Erzurum” dedikten sonra ekseriyetle “demek dadaşsın” gibi bir karşılık buluyorum. Ben de gayri ihtiyari olarak hayır, dadaş değil, Kürdüm deyiveriyorum. Bunu dedikten sonra da muhataplarımın çoğunda duygusal ve kimyasal değişiklikler oluyor. Kimisinde duygular şaha kalkıyor, gereksiz bir yakınlık beklentisine sevk ettiriyor. Kimisinden de şimdi bunu söylemenin ne gereği vardı gibi soğuk bir hava estirtiyor. Her iki durumda da olması gereken doğal tanışıklığın önüne bariyer oluyor bu soru/cevap. Herhangi bir önyargıya mahal vermemek adına bu soruyu pek sormam ve bana sorulduğunda da çoğu kez “Ne önemi var ki” diye cevaplamamak için kendimi zor tutarım. Bu sefer tutamadım kendimi maalesef ve Hocanın sorusuna böyle bir karşılık verdim. Vermez olaydım. Hocanın soğukluğu yol boyu serinlik kaynağım oldu.
İhramlarımızı giydik. Çantalarımızı otobüse yerleştirdik. Mekke’ye en uzak mikat yeri/sınırı olan Zülhuleyfe’ye doğru tekbir ve telbiyeler ile yola çıktık.
Devam edecek inşallah…