KRAL ÇIPLAK
Yakın olmayan bir zamanda, uzak bir diyarda, nüfusu az, toprağı çok olan bir ülkenin, kendini çok akıllı sanan, giyimine kuşamına düşkün bir kralı varmış. O kadar kibirli, o kadar kendini beğeniyormuş ki, aynada kendine sürekli bakar, selfiler çeker, etrafındakilerden de güzel sözlerle kendini övmelerini istermiş. Canı ne istiyorsa onu yapar, halkının da hiçbir istediğini yapmazmış. Arada tek tük ses çıkarıp, bu olanlarda bir yanlışlık olduğu söyleyenler olsa da onları da baskı ile susturur, soğuk zindanlarda dinlendirirmiş. Kendisinin her yaptığını doğru sanır ve hatalarını kendisine söyleyecek kimseyi yanında yaşatmazmış.
Günlerden bir gün, komşu ülkenin kralının kendisini ziyaret edeceğini duymuş. Kendisinden hiç haz etmez ve onunla ilgili hep kötü planlar yaparmış. “Fırsat bu fırsat, en şık ben olmalıyım.” diye düşünmüş ve terzi aratmaya başlamış. Demiş ki yaverlerine; “Dünya’nın her yerine habercilerimi gönderin, bir terzi bulun bana, dünyanın en güzel elbisesini dikecek terzi olmalı!”
Bir sürü terzi gelmiş, lakin hiçbirisini beğenmemiş. Sonra bir gün dost ve müttefik ülkelerden birinin kralı kendi terzisini yollamış ona ve bu gönderilen terzi demiş ki; “Öyle güzel bir kumaşım var ki, öyle şık olacaksınız ki, kimse sizden gözünü alamayacak. Herkes sizi konuşacak, çok güçlü gözükeceksiniz. Ve sizden önce hiç kimsede olmayacak bu giysi.”
Kral çok şaşırmış tabii, hemen kabul etmiş. Ama terzi eklemiş; “Tek şartım var, ben dikerken karışmayın.”
Gel zaman git zaman, sonunda terzi işte bitti demiş ve giydirmiş kralı. Kral aynaya bakmış ve üzerinde hiç giysi olmadığını görmüş. Tam kızacakken terzi demiş ki; “Sayın kralım, bu kumaşı sadece akıllılar görebilir.”
Tabii kral kibirli. Aptal durumuna düşmemek için “Çok güzel” demiş. Etrafındakilere sormuş, elbette hepsi korktuğu için cesaret edememişler doğruyu söylemeye ve “Çok güzel efendimiz”, “Harika oldunuz efendimiz” demişler. Kral daha da böbürlenmiş.
Ardından, kendini beğenmiş ve dağlardan büyük kibri ile çıkmış halkın arasına. Halk çok meraklı, çünkü duymuşlar sadece akıllıların görebileceği iddiasını. Halk, görünce şaşırmış, üzerinde hiç giysi yok…
Herkes görmüş, anlamış vaziyeti. Kralın nasıl kandırıldığını fark etmişler. Ama korktukları için hiçbir şey söyleyememişler. O anda bir “çocuk” atlamış meydanın ortasına, parmağıyla kralı işaret etmiş ve gülerek bağırmış; “KRAL ÇIPLAK” diye. Bir anda halk, bu ilk sesle cesaretlenmiş ve kahkahalar atıp, hep bir ağızdan birlik içinde bağırmışlar; “Kral Çıplak, Kral Çıplak!” Bu seslere, kralın çevresindekiler de katılmış, korkuyu aşmışlar, zincirlerini kırmışlar ve hep bir ağızdan gerçeği söylemişler; KRAL ÇIPLAK… Nihayetinde kral da fark etmiş, duruma uyanmış, anlamış... Hem aptallığını hem de çıplaklığının farkına varmış.
Hikaye bu…