Kral Peygamber: Hz. Davut
Hz. Davut (a.s.) Kudüs’te doğmuştur. Adı Kur’an-ı Kerim’de 16 yerde geçmektedir. Hz. Davut (a.s.) önceleri Tâlût’un ordusunda bir asker olarak savaştı, daha sonra Allah’ın kendisine verdiği peygamberlik ve hükümdarlık göreviyle birlikte İsrailoğullarına kral-peygamber oldu. İbadet ehli idi. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Zamanını ibadet ve zikirle geçirirdi. Çobanlık ve demircilik yapmıştır. Kendisine dört büyük kitaptan biri olan Zebur verilmiştir.
Hz. Davud’un (a.s.) Calut’u Öldürmesi
Bu vakıa Kur-an’ı Kerimde şu şekilde anlatılmaktadır.
Bakara Suresi, 247. ayet: Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir."
Bakara Suresi, 248. ayet: “Peygamberleri, onlara (şöyle) dedi: "Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut'un gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden 'bir güven duygusu ve huzur' ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden arta kalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır."
Bakara Suresi, 249. ayet: “Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç-onu tatmazsa bendendir. Küçük bir kısmı hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): "Bugün bizim Calut'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler. (O zaman) Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir."
Bakara Suresi, 250. ayet:“Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et."
Bakara Suresi, 251. ayet: “Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.”
Kuvvetiyle mağrur, iri yarı bir hükümdar olan Câlût, apaçık görülen zâhirî üstünlüğüne rağmen mağlup oldu. Allâh Teâlâ bununla, işlerin yalnız zâhirî şartlara bağlı olmayıp, hakîkatte kendi irâdesiyle vukû bulduğunu göstermişti. Yine bu hâdise ile, insanların nazarında kuvvetli görünenin, hakikatte zayıf, zayıf görünenin de Allâh’ın yardımıyla kuvvetli olabileceğini öğretmişti. Allâh’ı inkâr eden zâlimler ne kadar kuvvetli görünürlerse görünsünler Allâh’ın iradesi tahakkuk edeceği zaman küçücük bir çocuktan bile daha zayıf bir hâle düşerler.
Allâh Teâlâ âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Nihâyet Allâh’ın izniyle onları hezimete uğrattılar ve Dâvûd, Câlût’u öldürdü. Allâh O’na (Dâvûd’a) hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi; dilediği ilimlerden O’na öğretti. Eğer Allâh, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmeseydi, yeryüzü elbette fesada uğrardı. Fakat Allâh, bütün âlemlere karşı lütuf ve kerem sâhibidir.” (el-Bakara, 251)
Tâlût’un vefâtından sonra Dâvûd -aleyhisselâm- hükümdar oldu. Bir müddet sonra da kendisine peygamberlik verildi. Böylece kendisine hem saltanat hem de nübüvvet bahşedilen ilk peygamber oldu. Rûhî fazîlet ve mânevî kâbiliyet bakımından üstün kılındı. Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere, O’na dört büyük kitaptan biri olan Zebûr indirildi:
“Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten Biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.” (el-İsrâ, 55)
Davut (as) vaktini, gününü dörde ayırırdı.
Birinci vakitte; Bir kul olarak ibâdetle meşgûl olurdu.
İkinci vakitte; Bir hükümdar olarak hukûkî ihtilâfları, yönetim işlerini karara bağlardı.
Üçüncü vakitte; Bir peygamber olarak halka vaaz ve nasihatte bulunurdu.
Dördüncü vakitte de; Bir insan olarak şahsî işlerini yapardı.
DAVUT ALEYHİSSELAM’IN İMTİHAN EDİLMESİ
Dâvûd -aleyhisselâm-, bazı imtihanlara mâruz kalmış, netîcede kendisine beşerî zaafları ve muhtemel hataları bildirilmiştir. O da hemen tövbeye yönelmiş ve böylece Cenâb-ı Hak, O’nu bağışlayarak, ebediyete uzanan yoldaki tehlikeleri O’na öğretmiştir.
Birgün Dâvûd -aleyhisselâm- ibâdetle meşgûl olduğu esnâda iki kişi geldi. Hâlbuki ibâdet ve zikir için mâbedde halvet hâlinde iken O’nun yanına hiç kimse girmezdi. Hazret-i Dâvûd -aleyhisselâm-, ansızın cereyân eden bu durum karşısında telaşlandı. Çünkü kapısı kapalı olan mâbede, hiç kimse bu şekilde giremezdi. Her ne kadar ibâdet vakti içinde bulunduğunu söylediyse de onlar dinlemeyerek:
“–İbâdetin günü olmaz!” dediler ve arzularını şöyle dile getirdiler:
“–Korkma! Biz birbirinin hakkına tecâvüz etmiş iki dâvâcıyız. Huzûruna muhâkeme olmak için geldik. Aramızda adâletle hükmet!”
Dâvûd -aleyhisselâm-:
“–O zaman buyurun!” dedi.
İki dâvâcıdan biri dedi ki:
“–Kardeşimin 99 koyunu, benimse bir koyunum var. Buna rağmen o, bendeki bu bir tek koyunu da almak istedi ve beni tartışmada yendi.”
Dâvûd -aleyhisselâm-, hâdisede bir haksızlık görerek galeyana geldi ve diğer tarafa hiçbir şey sormadan şöyle dedi:
“–O bir tek koyunu da almak istiyorsa, kardeşin sana zulmediyor. Allâh Teâlâ’ya îmânı olmayan kimseler, böyle zulmeder. İyi insan da zâten pek az bulunur.” dedi.
Onlar da güldüler ve gittiler.
Dâvûd -aleyhisselâm-, hüküm vermede aceleci davranmış ve karşı tarafı hiç dinlemeden kararını vermişti. Hâlbuki meselenin bütün vechesi veya bir kısmı, karşı taraf dinlenildiği takdirde değişebilir; haklı zannedilen haksız, haksız görülen de haklı çıkabilirdi. Bunun için Dâvûd -aleyhisselâm-, dâvâcıların ayrılmasının hemen ardından hatâ yaptığını anladı ve bunun ilâhî bir imtihan olduğunu fark ederek derhal secdeye kapandı; tövbe ve istiğfarda bulundu. Allâh Teâlâ da kendisini affetti.
Bu yaşanan hadise, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:
“(Ey Muhammed!) Sana dâvâcıların haberi ulaştı mı? Mâbedin duvarına tırmanıp, Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu.
«–Korkma! Biz birbirine hasım iki dâvâcıyız, aramızda adâletle hükmet, haksızlık etme; bize doğru yolu göster!» dediler.” (Sâd, 21-22)
“(Onlardan biri şöyle dedi:)
«–Bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken: “–Onu da bana ver!” dedi ve tartışmada beni yendi.»” (Sâd, 23)
“Dâvûd: «–And olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız îmân edip sâlih ameller işleyen kimseler müstesnâ! Fakat bunlar ne kadar da az!» dedi.
Dâvûd, kendisini denediğimizi anladı ve Rabbinden mağfiret dileyerek, eğilip secdeye kapandı; tevbe edip Allâh’a yöneldi.” (Sâd, 24)
“Sonra bu tutumundan dolayı O’nu bağışladık. Şüphesiz katımızda O’nun için bir yakınlık ve güzel bir âkıbet vardır.” (Sâd, 25)