BİR BOYKOT ÖRNEKLİĞİ: HAYBE KUŞATMASI
Gazze’de, Kudüs’te, Filistin’de neredeyse 100 yıldır işgalci konumunda, sayısız vahşet ve katliamları ile kalplerimizi yaralayan, ciğerlerimiz dağlayan korsan örgüt israil ve onun vahşi fikri siyonizm ile mücadele etmenin gerekliliğine, vicdan sahibi tüm insanlar ile Müslümanların ekseriyeti bir şekilde inanmaktadırlar. Ancak bu mücadelenin en etkili şekilde nasıl verilmesi gerektiğine dair bir türlü ortak bir yol bulunamamakta, bir yöntem geliştirilememektedir. Terör örgütü israilin her vahşetine müteakip kınama ve daha şiddetli kınamalar için bir araya gelen devlet adamları, sözde yönetici ve idarecilerin kendi konuşma metinlerinde dahi bir değişiklik yapmaya mecalleri kalmamış, halkların nezdinde ise duygusal tepkiler ile çeşitli boykotlar denense de maalesef devamlılığı konusunda hiçbir ciddiyet ve istikrar gösterilememiştir bugüne dek.
Başta Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.s.) olmak üzere birçok peygambere de tarih boyunca sayısız zorluklar çıkarmış bir millettir İsrailoğulları. Her bir Peygamberin hayatından ve özellikle de Kur-an’dan, bunlarla yani İsrailoğlullarıyla/Yahudilerle nasıl mücadele edildiğini ve nasıl mücadele etmemiz gerektiğini detaylıca görebiliyor, okuyabiliyoruz.
Sanırım günümüze tarihsel ve durumsal olarak en yakın örneklik, Peygamber Efendimizin Hayber’de Yahudilere (Büyük çoğunluğu Beni Nadir kabilesine mensup olanlara) karşı sergilediği mücadeledir. Hepimizin bir şekilde duyduğu, bildiği, okuduğu Hayber Kuşatmasını ve o kuşatmaya giden süreci gelin birlikte hatırlayalım ve gönümüze dair dersler çıkarmaya çalışalım.
Hz. Muhammed (s.a.s), Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra, diğer iki Yahudi kabilesi ile olduğu gibi Benî Nadir kabilesi ile de Medine Sözleşmesi'ni imzalamıştı. Medine Sözleşmesi sadece Yahudi kabileler ile değil, Medine’de yaşayan farklı dinî, siyasî ve etnik grupların tamamının katılımıyla hazırlanan ve Hz. Muhammed'in (s.a.s) devlet başkanlığında birlikte yaşamayı öngören siyasî-hukukî bir belgedir.
Sözleşmenin ana maddeleri özetle şunlardı:
Tüm Medine’liler, Hz. Muhammed'in (s.a.s) liderliğini kabul edecekler.
Medine’liler, birbirlerine karşı barış ve güven içinde yaşayacaklar.
Medine’liler, birbirleriyle savaşmayacaklar.
Medine’liler, Medine'ye saldıranlara karşı birlikte savaşacaklar.
Medine’liler, birbirlerinin mal ve canlarına dokunmayacaklar.
Medineliler, birbirlerinin inançlarına saygı gösterecekler.
Yahudiler siyasi açıdan Hz. Muhammed'i (s.a.s) desteklediği sürece Müslümanlarla eşit haklara sahip olacaktı.
Ancak Yahudiler tarih boyunca olduğu gibi yine hiçbir sözlerine ve sözleşmelerine sadık kalmamış ve Hendek Gazvesi öncesinde, Mekke’li müşriklerle ittifak kurup Müslümanlar için büyük bir tehlike oluşturmuşlardı. Hendek kuşatması başarısız olup müşrikler geri çekildiğinde Hz. Muhammed (s.a.s) bu şer ittifakına dahil olan tüm Yahudileri Medine’den sürgün etti. Bu sürgüne müteakip Beni Nadir Yahudileri Hayber’e yerleştiler.
Hayber, Medine'ye yaklaşık olarak 150 ile 180 km civarı bir mesafede ve kuzeyde bir yerleşim yeriydi. Mekke-Medine ve Şam ticaret yolunun üzerinde stratejik bir konumda bulunan Hayber’de Yahudiler, kendilerine ulaşılmaz sandıkları kaleler inşa etmiş ve gün geçtikte ekonomik ve askeri anlamda güçlerine güç katmaya başlamışlardı.
Yeni kurulan İslâm devleti için kalıcı bir tehdit haline gelmiş olan Yahudilerle başa çıkabilmek amacıyla Resûlullah (s.a.s), Hudeybiye’de Kureyş’lilerle onların istedikleri şartlar üzerine anlaşarak ileride çıkacak bir Müslüman-Yahudi savaşında tarafsız kalmalarını temin ettikten sonra Hayber’e sefer düzenleme hazırlıklarına başladı ve henüz bir ay dahi geçmeden 1500 kişilik bir kuvvetle Medine’den ayrıldı.
İslam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s) 1.500 kişiyi aşkın ordusu ile Hayber'i kuşattı. Ancak Hayber, çok sağlam ve yüksek kalelerle çevriliydi. Terör örgütü israil ve yandaşlarının günümüzde övündükleri demir kubbe gibiydi adeta bu kaleler.
- Atılan oklar ulaşmıyor, geri dönüyordu.
- Atılan taşlar ulaşmıyor, atana geri dönüyordu.
- Dışarıdan bağıranların ses dahi gitmiyordu.
Hasılı kalelerin içine ulaşmak normal yollardan mümkün görünmüyordu. Hz. Muhammed’in (s.a.s) önderliğindeki İslam ordusu günlerce, kaleleri kuşatma altında tutarak bekledi. Ancak Yahudiler hiçbir şekilde dışarı çıkmıyorlardı. Müslümanların yiyecek stokları tükenmek üzereydi ve gün geçtikçe moral ve motivasyonları da bozuluyordu.
Bu uzun, yorucu ve zamanı belirsiz bekleyiş Hz. Muhammed'in (s.a.s) geliştirdiği mükemmel bir strateji ile nihayet farklı bir aşamaya geçecekti. Peygamber Efendimiz, Yahudiler için canlarından daha değerli olan hurma ağaçlarını teker teker kesmeye, kestirme başladı. En büyük ve vazgeçilmez değerleri para, servet ve zenginlik olan Yahudilere bu ekonomik darbeden daha büyük bir darbe vurulamazdı ve nihayetinde de öyle oldu.
Günler süren kuşatma neticesinde iç karışıklar da yaşamaya başlayan Yahudiler, Müslümanlarla bir anlaşma yapmak için girişimde bulundular. Hz. Muhammed (s.a.s), Yahudilere, canlarını ve mallarını kurtarmaları karşılığında, topraklarını terk etmelerini ve Hayber'deki bahçe ve bağlarından bir kısmını Müslümanlara vermelerini teklif etti. Yahudiler, bu teklifi kabul ettiler ve 25 gün süren kuşatma sona erdi.
Kuşatma, İslam ordusunun zaferi ile neticelendikten sonra Yahudi reislerinden Sellâm b. Mişkem’in karısı Zeyneb bint Hâris, bir ziyafet tertip etmiş ve zehir karıştırdığı bir kuzu etini Resûlullah’a sunmuştu. Bulabildikleri her fırsatta kin, nefret ve düşmanlıklarını haince ve sinsice sergilemeyi de bir ahlak olarak bünyelerinde taşıyan bu Siyonistler tabiri caiz ise daha kuşatmanın tozları dinmeden yeni bir oyuna kalkışmışlardı. Ancak Resûl-i Ekrem (s.a.s), ağzına aldığı ilk lokmayı derhal çıkarmış ve yemeğin zehirli olduğunu söylemişti. Kendisiyle beraber aynı etten yiyen Bişr b. Berâ ölmüştü.
Tarihi eğer bir masal olarak okumazsak, şunu idrak etmek gayet basit ve mümkündür. Siyonist zihniyete sahip Yahudileri ve işgalci örgütleri olan israili dün olduğu gibi bugün de ekonomik olarak tehdit etmedikçe, yani onların can damarı olan mallarına zarar vermedikçe durdurmak mümkün değildir, olmayacaktır.
Peki nasıl?
Gayet basit. Bir insan, Müslüman bir birey olarak bu örgüt yapılanmasına ait olan veya ona destek olan tüm markalara ait ürünleri satın almayı ve kullanmayı bırakarak başlayabiliriz. Belki kısa sürede tam anlamıyla böyle bir arınmayı başaramayabiliriz. Sevdiğimiz, bağımlısı olduğumuz ürünleri olabilir. Ancak, “1” her zaman sıfırdan büyüktür ve hayatımızdan çıkardığımız her ürün, bu örgütün silahlarından eksilen bir kurşun olacaktır. Bu bilinci her daim diri tutmalı ve tutturmalıyız. Art veya saf niyetle birileri tarafından bu hareketimiz anlamsız ve gereksiz olarak değerlendirilebilir. Küçümsenebilir. Kulak asmayın ve bırakın da böylesine küçümsenen, basit alışkanlıklarınız olsun.
Mensubu olduğumuz en küçük sivil toplum teşkilatı olan ailelerimizden başlayarak, cami cemaatimize, dernek ve vakıflarımıza, iş yerlerimize ve hasılı bulunduğumuz, gittiğimiz her ortama, münasip bir dil ve sabır ile bu bilinci taşımaya gayret etmeli ve örnekliğini sergilemeliyiz.
Kudüs’ün fatihi Selahaddin’in de (r.a.) yaptığı gibi, öncelikle nefislerimizi terbiye ve tezkiye ile başlamalı ve hayatlarımızı disipline etmeliyiz. Büyük Kumandan Selahaddin (r.a.), sabah namazlarına cemaat ile devam etmeyi bir disiplin metodu olarak uygulamış ve Müslümanları 7 yıllık bir süreçte Kudüs’ün fethine hazır hale getirebilmişti. Eğer o gün Müslümanlar benim namazımdan ne olur deselerdi veya ben namazı evde de kılarım deselerdi muhtemelen Kudüs’ün fethi onlara nasip olmayacaktı.
Gelin her birimiz önümüzdeki 10 yıl boyunca terör devleti ile ilişkili olduğuna inandığımız, bildiğimiz hiçbir markanın, hiçbir ürününü kullanmamayı kendimize bir huy ve hedef edinelim.
Allah şimdiden seferinizi mübarek kılsın.