Hz. Osman (r.a.) kimdir? Hayatı. Hz. Osman (r.a.) ne zaman ve nerede doğmuştur? Hz. Osman (r.a.) nasıl Müslüman olmuştur? Hz. Osman’ın (r.a.) şahsiyeti nasıldı? Hz. Osman’a (r.a.) neden “Zinnureyn” denmiştir? Hz. Osman (r.a.) nasıl ölmüştür?
İlk Müslümanlardan, Hulefâ-yi Râşidîn’in üçüncüsü, Peygamberimizin (s.a.v.) damadı, sahabilerin önde gelenlerinden, Peygamber efendimizin damadı Hz. Osman’ın (r.a.) (Osman bin Affan) hayatı.
Hz. OSMAN’IN (R.A.) HAYATI
Osman ibn-i Affân (r.a) ashâb-ı kirâmın önde gelenlerinden olup, ilk Müslümanların dördüncüsü ve Hulefâ-yi Râşidîn’in de üçüncüsüdür. Fil Vak’ası’ndan altı sene sonra veya 574 senesinde Mekke’de dünyaya gelmiştir. Soyu Abdi Menâf’ta Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birleşir. Kureyş kabilesine mensup olup Emevî soyundandır. Annesi Ervâ bint-i Küreyz, Allah Rasûlü’nün halası Beyzâ’nın kızıdır.
Hz. Osman (r.a), îman ettiğinde pek çok sıkıntı ve çilelere katlandı. Amcası Hakem ibn-i Ebi’l-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetti ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söyledi. Osman (r.a) dininden kesinlikle dönmeyeceğini bildirince, kararlılığını gören amcası onu serbest bıraktı.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ve yanında bulunan Müslümanlar İslâm’ı açıkladıkları zaman, Mekke’de İslâm’ı duymayan kimse kalmadı. Hz. Ebûbekir, Saîd ibn-i Zeyd ve Hz. Osman (r.a) gibi sahâbîler, insanları İslâm’a gizlice dâvet ve teşvik etmeye koyuldular. Daha sonra Hz. Ömer, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a) gibi sahâbîler de açıkça dâvet etmeye başladılar.
PEYGAMBERİMİZE DAMAT OLUŞU
Hz. Osman (r.a) Müslüman olunca, Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz kızı Rukıye’yi onunla evlendirdi. Bu evlilikten ilk çocuğu Abdullah dünyaya geldi. Câhiliye döneminde Ebû Amr künyesiyle çağrılan Osman (r.a) artık bundan sonra Ebû Abdullah künyesini aldı. Sonra kızı Leylâ doğunca da Ebû Leylâ künyesiyle zikredildi.
ÜÇ HİCRET SAHİBİ MÜSLÜMAN
Hz. Osman (r.a) iki defâ Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye hicret etti.
Hz. Osman (r.a), ikinci defa hicret ettiğinde Habeşistan’da bir müddet kaldı, sonra Mekke’ye geri döndü. Rasûlullah (s.a.v), Medine’ye hicret etmekle emrolunduğunda, Hz. Osman diğer Müslümanlarla birlikte Medine’ye hicret etti. O, Medine’ye ulaştığında Allah Rasûlü’nün şâiri Hassân ibn-i Sâbit’in kardeşi Evs’e misâfir olmuştu. Bundan dolayı Hassân, onu çok severdi.
Allah Rasûlü (s.a.v) onu Mekke’de Abdurrahman ibn-i Avf ile kardeş yaptı. Hicretten sonra Medîne-i Münevvere’de gerçekleştirilen kardeşlik akdinde ise Evs ibn-i Sâbit (r.a) ile kardeş îlân edildi.
Hz. Osman (r.a), hanımı Rukıye (r.a) ağır hasta olduğu için, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in izniyle Bedir Gazvesi’ne katılmamıştı. Hz. Rukıye (r.a), ordu Bedir’de bulunduğu esnâda vefat etmiş, zaferin müjdesi Medine’ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir’de bulunmamış olmakla birlikte Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Hz. Osman’ı Bedir’e katılanlardan saydı ve ganimetten ona da pay ayırdı.
Hz. Osman (r.a), Bedir hâriç, bütün savaşlara katıldı. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Zatü’r-Rikâ ve Gatafan seferlerinde onu Medine’de yerine vekil olarak bıraktı.
İKİ NUR SAHİBİ (ZİNNÛREYN)
Birinci hanımı Rukıye (r.a) vefat edince, Allah Rasûlü (s.a.v) onu diğer kızı Hz. Ümmü Gülsüm (r.a) ile evlendirdi. İnsanlık tarihi boyunca Hz. Osman’dan başka hiç kimse bir peygamberin iki kızıyla da evlenmemiştir. Bu sebeple Hz. Osman’a, “iki nur sahibi” mânâsına Zinnûreyn lakabı verilmiştir. Hicretin 9. senesinde Ümmü Gülsüm (r.a) da vefat etti.
Mekke devrinde Habeşistan’a hicret eden Osman (r.a), Medine dönemi boyunca sürekli Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birlikte olmaya gayret etti.
Hz. Osman (r.a), zengin bir tâcir, mükemmel ve zarîf bir cemiyet adamı idi. Medine’de Müslümanların ihtiyaç içinde bulundukları her durumda onlara yardım eder, bilhassa ordu techîzinde hiçbir fedâkârlıktan sakınmazdı. Bu sebeple onun zenginliği methedilmişe ve başkalarına örnek gösterilmiştir.
Hz. Osman, iffet ve hayâ yönünden de örnek bir şahsiyettir. Allah Rasûlü (s.a.v), meleklerin bile ondan hayâ ettiğini haber vermiştir.
Hz. Ebûbekir (r.a) halife seçilince Osman (r.a) ona bey’at etti. Hz. Ebûbekir, halifeliği boyunca onunla hep istişarede bulunurdu. Hz. Ebûbekir’in vefatından evvel, Hz. Ömer’i halife tâyin ettiğini bildiren belgeyi Hz. Osman (r.a) kaleme aldı. Ebûbekir (r.a), Hz. Osman’ın yazdıklarını ona tekrar okuttuktan sonra mühürletti. Osman (r.a), yanında Hz. Ömer ve Üseyd bin Saîd olduğu hâlde dışarı çıktı ve oradakilere “Bu kâğıtta adı yazılan kimseye bey’at ediyor musunuz” diye sordu. Onlar da “evet” diyerek bunu kabul ettiler.
Hz. Ömer (r.a), son haccında Allah Rasûlü’nün hanımlarının da hacca gitmelerine izin verdi. Yanlarında da Hz. Osman ile Abdurrahman ibn-i Avf’ı gönderdi. Osman (r.a) ara sıra:
“Dikkat edin, kimse hanımlara yaklaşmasın ve bakmasın!” diye nidâ ediyordu. Mü’minlerin anneleri ise, develerin üstündeki hevdeclerde idiler.
- OSMAN (R.A.) HALİFELİK DÖNEMİ
Hz. Osman (r.a), 23/644 senesinde halife seçildikten sonra, Hz. Ömer’in yolunu izleyerek siyasetini devam ettirdi. Onun zamanında ordudaki asker sayısı daha da arttı ve fethedilen topraklar genişledi. Başta Sâsânî İmparatorluğu’nun son eyaleti Ermeniye olmak üzere, Kuzey Afrika kıyıları ve Anadolu’nun bir bölümü İslâm devletinin hudutları içine dâhil edildi.
Hz. Osman (r.a), hilâfeti devraldığında İslâm fetihleri hızlı bir şekilde devam ediyordu. Osman (r.a), İslâmî tebliğin girmiş olduğu yayılma sürecini aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. Ermenistan, Horasan, Kuzey Afrika, Kıbrıs, Trablus ve Taberistan’ı fethetti, İran’daki ayaklanmaları bastırıp merkezî yönetimin nüfuzunu yeniden tesis etti.
İslâm ordularının önündeki mâniler kaldırıldıktan sonra Hz. Osman, komutanlarına hiç vakit kaybetmeden Cebel-i Târık’ı geçerek Endülüs’e girmeleri emrini verdi.
KIBRIS SEFERİ
Diğer taraftan Muâviye (r.a), Hz. Osman’dan izin alarak, Sûriye sâhillerinde oluşturduğu donanma ile Akdenize açılmış ve Müslümanlar denizlerde de Bizans’a karşı varlık göstermeye başlamışlardı. Bir müddet sonra Muaviye, donanmasıyla denize açılarak, Kıbrıs Adası’na çıktı. Abdullah ibn-i Sa’d, Mısır’dan onun yardımına gitti. Kıbrıs, yıllık yedi bin dinar cizye ile İslâm hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı. (Hicrî 28) Bu miktar onların Bizans İmparatoruna ödediği meblağ idi.
O günlerle ilgili bir hâtırayı Cübeyr ibn-i Nefîr (r.a) şöyle anlatır:
“Kıbrıs fetholununca, ahâlisi dağıtıldı. Halk birbirine ağlıyor, üzüntü duyuyordu. O esnâda Ebü’d-Derdâ Hazretleri’ni, tek başına oturmuş ağlarken gördüm. Ona:
«–Ey Ebü’d-Derdâ! Allah’ın, İslâm’ı ve Müslümanları üstün kıldığı bir günde seni böylesine ağlatan nedir?» diye sordum. Şu cevâbı verdi:
“–Yazıklar olsun sana ey Cübeyr!.. İnsanlar Allâh’ın emrini terkedince, O’nun katında ne kadar da değersizleşiyorlar. Bunlar bir zaman, iktidar ve mal-mülk sahibi, güçlü-kuvvetli kişilerdi. Allâh’ın emirlerini terk ettikleri zaman, işte gördüğün bu duruma düştüler.” (İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 96-97; Ebû Nuaym, Hilye, I, 216-217)
Ashâb-ı kirâmın, mağlûb ettikleri düşmanları hakkındaki bu müşfikâne duyguları ne kadar ibretlidir. Gözleri, onların malında mülkünde değil, gönüllerinin Allah’a yönelmesinde…
ZÂTÜ’S SEVÂRÎ DENİZ ZAFERİ
Hz. Osman devrinde Bizans’a karşı kazanılan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç şüphesiz Zâtü’s-Sevârî deniz savaşıdır. Abdullah ibn-i Sa’d’ın komutasındaki İslâm donanması, İskenderiye açıklarında Bizans İmparatoru Konstantin komutasındaki büyük donanmayla karşı karşıya geldi. Bizanslıların gemi sayısı hakkında verilen bilgiler, beş yüz ile sekiz yüz arasında değişmektedir. İslâm donanmasının sahip olduğu gemi sayısı ise iki yüz civarındaydı. Yapılan savaşta Bizanslılar büyük bir mağlûbiyete uğratıldı. Konstantin, Sicilya Adası’na sığınmak zorunda kaldı. Sicilya ahâlîsi İmparator’un zulmünden usanmış olduklarından Kostantin’i öldürdüler.
HİCRETİN 32. SENESİNDE MUÂVİYE GEMİLERİNİ İSTANBUL’A KADAR GÖNDERDİ.
Hz. Osman (r.a) zamanında topraklar çok genişlemiş ve zenginlik iyice artmıştı. Maddî imkânların genişlemesiyle bazı ictimâî değişmeler de başladı.
Hz. Osman’ın hilâfeti 12 sene sürdü. Hilâfeti esnâsında yaptığı mühim hizmetlerden biri de, Hz. Ebûbekir (r.a) zamanında toplanıp Mushaf haline getirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm’i tekrar kontrol ettirerek çoğaltıp çeşitli merkezlere dağıtması oldu.
Önceki halifeler gibi Osman (r.a) da çok hadis rivayet etmemiştir. Onun Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den rivayet ettiği hadis sayısı 146’dır.
- OSMAN (R.A.) NASIL VEFAT ETTİ?
Hz. Osman’ın öldürülmesiyle sonuçlanan olayların seyri şöylece özetlenebilir: Halifeliğinin ilk yıllarından itibaren Hz. Osman’ın veya valilerinin bazı uygulamaları çeşitli grupların şikâyetlerine sebep olmuş, bu şikâyetler halifeliğinin ikinci yarısında daha da artmış ve bilhassa halifeliğinin son yıllarında, âni zenginleşmenin ardından yaşanan ekonomik krizden en fazla etkilenen garnizon şehirleri Kûfe, Basra ve Fustat’ta (Mısır) uygun bir ortam bulmuştur. Hz. Osman’ın ve valilerinin bazı icraatlarını propaganda amacıyla kullanan muhaliflerin tenkitlerinin başında Hz. Osman’ın önemli devlet görevlerine akrabalarını tayin etmesi geliyordu. Hz. Osman, muhtemelen idarede birlik ve beraberliği daha kolay sağlama arzusuyla (Seyyid Süleyman Nedvî, s. 57; İA, IX, 429) önemli valiliklere ve devlet kâtipliği görevine yakın akrabalarını tayin etmişti. Muâviye b. Ebû Süfyân’ı Suriye genel valisi yapmış, Humus, Kınnesrîn ve Filistin vilâyetlerini de ona bağlayarak yetkilerini genişletmişti. Kûfe valiliğine önce anne bir kardeşi Velîd b. Ukbe b. Ebû Muayt’ı, ardından yine akrabalarından Saîd b. Âs’ı getirmişti. Mısır valiliğine Amr b. Âs’ın yerine sütkardeşi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i, Basra valiliğine Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin yerine dayısının oğlu Abdullah b. Âmir’i tayin etmişti. Amcasının oğlu Mervân b. Hakem’i de devlet kâtipliğine getirmişti. Bu tayinler neticesinde devletin bütün idarî kademeleri bazılarının liyakati tartışılan Ümeyyeoğulları’nın eline geçmiş oluyordu. Hz. Ali ve diğer ileri gelen sahâbîlerin de eleştirdiği bu uygulama, halifenin valilere karşı beklenen sertlikte davranmaması ve onlara önemli mal bağışlarında bulunması sebebiyle şikâyetleri daha da yoğunlaştırdı. Kureyş içinde Emevî-Hâşimî rekabetini gündeme getirirken Kureyş dışındaki kabile liderleri tarafından Kureyş’in tahakkümü olarak görüldü ve kabilecilik hareketini körüklemek için kullanıldı.
Muhaliflerin halkı tahrik için kullandıkları diğer şikâyet konuları şunlardı: Hz. Osman’ın önemli devlet görevlerine tayin ettiği yakınlarına devlet hazinesinden büyük miktarlarda bağışta bulunması, Kureyş ileri gelenlerinin Medine’den ayrılıp fethedilen bölgelerdeki şehirlere yerleşmelerine ve geride bıraktıkları arazilerin göç ettikleri yerlerdekilerle değiştirilmesine izin vermesi, oralarda çok miktarda mülk edinmelerine göz yumması, bazı sahâbîlere fethedilen şehirlerde iktâlar vermesi, Kur’ân-ı Kerîm’i istinsah ettirdikten sonra diğer Kur’an nüshalarını yaktırması, Kureyş adına kabilecilik yapan bazı valilere ses çıkarmaması, Hz. Peygamber tarafından Tâif’e sürülen amcası Hakem b. Ebü’l-Âs’ın Medine’ye dönmesine izin vermesi, kendisini eleştiren Ebû Zer el-Gıfârî, Abdullah b. Mes‘ûd ve Ammâr b. Yâsir gibi sahâbîleri çeşitli şekillerde cezalandırması, Medine civarındaki bazı arazileri beytülmâl develeri için koruluk haline getirmesi, hac için Mekke’de bulunduğu sırada farz namazları mukimler gibi kılması, Mescid-i Nebevî inşaatında önceden kullanılmayan bazı malzemeleri kullandırması, Resûl-i Ekrem’den intikal eden hilâfet mührünü Bi’rierîs’e düşürmesi. Ayrıca halife, ganimetlerin önemli bir kısmını yakınlarına tahsis etmek ve diğer akrabalarından bazılarına haksız yere mal ve toprak vermekle de itham ediliyordu.
Dedikodular artınca Hz. Osman müfettişler göndererek vilâyetlerdeki durumu öğrenmek istedi. Mısır’da muhalifler tarafından yanıltıldığı bildirilen Ammâr b. Yâsir hariç müfettişler olumlu haberlerle döndüler. Söylentilerin devam etmesi üzerine 33 (654) yılı hac dönüşünde valilerini Medine’ye çağırarak onlarla bir toplantı yaptı. Söylenenlerin bir tertip olduğunu, dolayısıyla endişe edilecek bir durum bulunmadığını söyleyen valilerinin çözüm tekliflerini aldıktan sonra (muhaliflerin cihadla meşgul edilmesi, elebaşılarının öldürülmesi, işin valilere bırakılması, mal karşılığında gönüllerinin alınması) fitnenin elebaşılarının askere alınmasını, Kûfe’deki bazı şahısların tahsisatlarının kesilmesini emretti. Ayrıca olaylara Allah’ın emirleri çerçevesinde çözüm arayacağını belirtti; valilerine de insanları fitneden uzak tutmaya çalışmalarını ve itidalli davranmalarını tavsiye etti. Fitne hareketinin tehlikeli bir hal aldığını gören Muâviye b. Ebû Süfyân’ın bu sırada Hz. Osman’ı fitne ateşi sönünceye kadar Suriye’ye götürmek istediği, Osman’ın bunu reddetmesi üzerine kendisini korumak için Suriye’den asker göndermeyi teklif ettiği, ancak halifenin Medineliler’i rahatsız etmemek için bunu da kabul etmediği bildirilmektedir.
İlk önemli baş kaldırı valilerin yerlerine dönüşleri esnasında Kûfe’de oldu. Sürgünden dönenlerden Eşter en-Nehaî ve arkadaşları, Cerea denilen yerde toplanıp Kûfe’ye dönmekte olan Vali Saîd b. Âs’ın yolunu keserek şehre girmesini engellediler. Hz. Osman’dan onu görevden alıp yerine Basra’nın eski valisi Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi tayin etmesini istediler. Hz. Osman olayları yatıştırmak için bu teklifi kabul etti. Ancak Kûfe’nin merkezî yönetimin kontrolünden çıkmasına yol açan bu durum diğer merkezlerdeki muhaliflere de cesaret verdi. Müşterek hareket ettikleri bilinen ve Seyf b. Ömer rivayetine göre İbn Sebe tarafından yönlendirilen Mısır, Kûfe ve Basra’daki gruplar, Hz. Osman’ı ve valilerini açıktan eleştirmeye başladılar. Bazı hatalarını abartmanın yanı sıra onlara haksız isnatlarda bulunmaktan çekinmediler. Ayrıca Hz. Ali, Zübeyr, Talha ve Hz. Âişe başta olmak üzere ashabın büyüklerinin ağzından mektuplar yazarak onları da bu işin içinde göstermeye çalıştılar. Bütün şehirlere gönderilen ve halkı cihad için Medine’ye çağıran bu mektuplar büyük yankı uyandırdı. Mektuplar Medine’de de etkisini gösterdi ve Hz. Osman’a yönelik kişisel kırgınlıklar Medine’deki muhaliflerin sayısını arttırdı.
35 yılının Receb ayında (Ocak 656) Mısır’dan bir heyet validen şikâyet için Medine’ye geldi. Hz. Osman onları bizzat veya Hz. Ali’nin de içinde bulunduğu kalabalık bir heyetle birlikte dinledi. Kendisine yöneltilen ithamlara cevap verdi, bu arada bazı icraatlarının hata olduğunu kabul etti. Ganimet mallarının taksimiyle ilgili isteklerini uygun görüp geri dönmelerini sağladı. Şevval ayında (nisan) Mısır, Kûfe ve Basra’dan sayıları 600-1000 arasında gösterilen üç grup, hacı kafileleri arasında bölgeye geldi. Mekke yerine Medine’ye yönelen bu gruplar şehir dışında üç ayrı mevkide konakladı. Gönderdikleri iki temsilciyle Medine’de kendilerine karşı koyabilecek bir askerî birliğin bulunup bulunmadığını öğrenmek istediler. Bunlar Hz. Ali, Talha, Zübeyr ve Resûl-i Ekrem’in hanımlarıyla görüşerek valiler hakkındaki şikâyetlerini aktardılar ve onlardan kendilerini halifenin huzuruna çıkarmalarını istediler. Teklifleri reddedilince geri döndüler. Ardından Mısırlılar’ın Hz. Ali’ye, Basralılar’ın Talha’ya, Kûfeliler’in Zübeyr’e heyetler yollayıp halifelik teklifinde bulundukları, ancak üçünün de bu teklifi şiddetle reddettiği bildirilmektedir. Bu sırada gelişmelerden endişe eden Hz. Ali oğlu Hasan’ı göndererek halifeyi haberdar etti. Aynı günlerde ashabın diğer büyükleri de oğullarını halifeyi korumak üzere yolladılar.
Hz. Osman’ı halifelikten indirmekte kararlı olan âsiler, onu savunmak için toplanan Medineliler’in dağılmasını sağlamak ve âni bir baskınla şehirde kontrolü ele geçirmek için bir plan yaptılar ve bulundukları mevkileri terk ederek memleketlerine doğru yola çıktılar. Bazı rivayetlerde ise onların halife ile görüşerek Mısır valiliğine Muhammed b. Ebû Bekir’i tayin ettirdikten sonra Medine’den ayrıldıkları belirtilmektedir. Fakat üç grup halinde farklı istikametlere gittikleri halde şevval ayının son günlerinde (Nisan sonları) ansızın geri döndüler ve tekbirlerle Medine’ye girip Hz. Osman’ın evini kuşattılar.
Âsiler, yirmi günle iki ay arasında bir süre devam ettiği söylenen muhasaranın son on gününe kadar Hz. Osman’ın mescide çıkıp imamlık yapmasına göz yumdular. Bu günlerde Hz. Osman kendisine yöneltilen bütün ithamlara cevap verdi ve birçok meselede onları ikna etmeyi başardı. Bu konuşmalarından birinde Hz. Ali’nin tavsiyesine uyup âsilerin şikâyet ettiği bazı uygulamalarının hata olduğunu kabul etti, bundan sonra Allah’ın kitabı ve Hz. Peygamber’in sünnetine uygun hareket edeceğine söz vererek sükûneti sağladı. Ancak buna karşı çıkan Mervân’ın onun izniyle yaptığı konuşma ortalığı yeniden karıştırdı. İsyancılar kuşatmanın son on gününde Hz. Osman’ın evinden çıkmasına izin vermediler. Ona halifeliği bırakmasını, aksi takdirde öldürüleceğini söylediler. Bu tarihten itibaren evine su gönderilmesini yasakladılar. Mervân’ın konuşmasına çok öfkelenip bir kenara çekilen Hz. Ali ve Ümmü Habîbe’nin su ulaştırma teşebbüslerini de sert bir şekilde engellediler. Âsilerin yalnız kendisini öldürmek istediklerini anlayan ve halifeliği bırakmayı da reddeden Hz. Osman o sırada evinde olup kendisini savunmak isteyenleri tehlikeye atmak istememiş, onlardan silâh kullanmamaları için kesin söz almıştı. İçeride 700 kişinin bulunduğu, izin verilmesi durumunda isyancılara üstünlük sağlayabilecekleri ihtimalinden bahsedilmektedir (İbn Sa‘d, III, 71). Hz. Peygamber’in hadisi dolayısıyla bir musibetten sonra şehid edileceğini bilen Hz. Osman (Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 5-7, “Edeb”, 119; Tirmizî, “Menâḳıb”, 19), rüyasında Resûl-i Ekrem’in yarın birlikte iftar edeceklerini söylemesinin de etkisiyle (Ahmed b. Hanbel, I, 497) âsilere boyun eğmeyi reddedip ölümü beklemeyi tercih etti.
Âsiler, hac mevsiminin sona ermesi dolayısıyla Mekke’den çok sayıda insanın Medine’ye geleceğini düşünerek ve eyaletlerden gönderilen askerî birliklerin yaklaştığının duyulması üzerine acele ettiler. Muhasaranın son gününde genç sahâbîlerin savunduğu evin kapısını yaktılar. Akşam saatlerinde bitişikteki evden içeriye giren birkaç Mısırlı, Kur’an okumakta olan Hz. Osman’ı öldürdü (18 Zilhicce 35 / 17 Haziran 656).
Hz. Osman (r.a), âsîler tarafından 22 gün muhâsara edildikten sonra 35 yılında (17 Haziran 656 Cuma günü) Medine’de şehit edildi. Şehîd edilirken Hz. Hasan ve Kelb kabilesinden olan zevcesi Nâile bint-i Ferâfisa yaralandı. Hz. Osman’ın na‘şı, geceleyin hanımı ve birkaç samimi dostu tarafından, gizlice defnedildi.
Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan dönem, İslâm tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmiş, bu tarihten sonra iç karışıklıklar ve fitneler birbirini takip etmiştir.
- OSMAN’IN (R.A.) ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Hz. Osman’ın (r.a.) Şemâili
Hz. Osman Zinnûreyn (r.a) orta boylu, iri kemikli, güzel yüzlü, uzun sakallı ve esmer renkli idi. Âlim, fâzıl, çokça ibâdet eden, sâlih, cömert, kerem sahibi, halim selim, son derece nâzik ve mahcûb bir zât idi. İnsanlar tarafından son derece sevilip sayılan ve hürmet duyulan bir şahıstı. Son derece takvâ ve verâ sahibiydi. Bütün yılını oruçlu geçirir ve her sene haccederdi. Hz. Âişe (r.a) vâlidemiz onun hakkında:
“Vallahi o, akrabasını en çok gözeten ve Allah’tan en fazla korkan bir kişiydi” demiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 223)
Güzel hâlleri ve fazîletleri çok, sıfatları mükemmel, kerâmet sahibi, tatlı dilli ve güzel konuşan şânı yüce bir zât idi.
Osman (r.a), eli açık, iffetli, yumuşak huylu, herkesle anlaşan, hilm ve şecaat sahibi, müsâmahalı ve cömert idi.
Zâhid, âbid, gözü yaşlı, her şeye ibret nazarıyla bakan, sabr-ı cemîl sahibi, çok şükreden, mütevâzı ve hayâ ehli idi. İnfak ve cömertlikle temâyüz etmiş, fukaraya bol bol ihsanlarıyla tanınmıştı. Evde olan her şeyi infak eder, sirke ile zeytinyağı yerdi. Yemeğin azını, amellerin ise büyük ve çoğunu severdi.
“Ben Yûsuf Sûresi’ni, Osman ibn-i Affân’ın sabah namazlarındaki kırâatinden öğrendim. Çünkü o, bu sûreyi çok sık okurdu.” (Muvatta’, Salât, 35)
- OSMAN’IN (R.A.) FAZÎLETLERİ
Osman (r.a), Allah Rasûlü’ne iki defa damat olmuş ve Cennet’le müjdelenmiştir.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in:
“Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir!” hadîs-i şerîfini rivâyet eden Hz. Osman (r.a), Kur’ân-ı Kerîm’e büyük hizmetlerde bulunmuştur. Onun Kur’ân’a çok ehemmiyet verip hizmet ettiğini gören halk da bu yolda yürümüş, idârecilerini örnek almışlardır. Nitekim Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (r.a), Hz. Osman’ın hilâfet devrinde kıraat hocalığına başlamış ve uzun müddet bu vazîfesine devam etmişti. Zaman zaman, Kûfe’de imâmet ve Kur’ân muallimliği yaptığı mescidi kastederek şöyle derdi:
Hz. Osman’ın en mühim hizmetlerinden biri Kur’ân-ı Kerîm’i çoğaltarak belli başlı İslâm merkezlerine göndermesi olmuştur. Yaptığı bu hizmetler sebebiyle “Câmiu’l-Kur’ân: Kur’ân’ı Toplayan” vasfıyla tebcîl edilen Osman (r.a), Kur’ân-ı Kerîm ile çok meşgul olduğu için iki Mushaf eskitmişti. Her sabah kalktıklarında Mushaf-ı Şerîf’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişti.
Hz. Osman (r.a), hilmi, vakarı ve cömertliği ile meşhûr olmuştu. Hayatı boyunca pek çok infaklarda bulunmuştur. Müslümanların susuzluk çektiği bir devirde Rûme kuyusunu satın alarak vakfetti. Zorlu sefer olan Tebük’e ordu hazırlanırken en büyük maddî yardımı o yaptı…
Osman (r.a), fazîlette önde gelen sahâbilerdendi. İbn-i Ömer (r.a) şöyle der:
“Biz Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) zamanında insanları derecelendirir ve şöyle sıralardık:
«Ümmet-i Muhammed’in, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den sonra en efdali Ebû Bekir, sonra Ömer, sonra Osman’dır.»
Allah Rasûlü (s.a.v) bu sıralamayı işittikleri hâlde itiraz etmezlerdi.”
Ashâb-ı kirâm arasında Osman (r.a) kadar güzel ve eksiksiz konuşan biri yoktu. Lâkin o, hatâ yapma korkusuyla hadis rivayet etmekten çekinir ve şöyle buyururdu:
“Beni Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den hadis nakletmekten meneden şey, kendisinden çokça hadis ezberleyen ashâbından olmayışım değildir. Lâkin ben O’nun:
«Kim söylemediğim birşeyi benim ağzımdan uydurursa, Ateş’teki yerine hazırlansın!» buyurduklarını işittiğime şâhitlik ederim.” (Heysemî, I, 143)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ehl-i beytine son derece tâzim ve hürmet gösterirdi. Meselâ binek üzerindeyken Allah Rasûlü’nün amcası Abbâs (r.a) yanından geçecek olsa, hemen yere iner ve yaya olarak yürümeye başlardı.
Münâkaşa ve kavgayı sevmez, zulüm ve haksızlıktan da son derece sakınırdı. Bu yüzden kendisini şehid etmek için gelen kâtillere bile mukâbele etmemiştir.