KAVİMLERİN HELAKI ALLAH’IN ADALETİ İLE ÇELİŞİYOR MU?
İnsanlık tarihi boyunca birçok kavmin helak olduğunu hem Kur-an’dan hem de tarihi kaynaklar ile arkeolojik kazılardan biliyoruz. Kavimler helak olurken içlerinde kadın, erkek, çocuk, bebek olmak üzere hemen her yaş ve cinsiyette insanların bulunması kuvvetle muhtemeldir. Ancak biliyor ve inanıyoruz ki belirli bir yaşa kadar çocuklar masumdurlar, günahsızdırlar, sorumluluk sahibi değildirler. Hal böyle iken bu masum çocukların da helak olmaları Allah’ın adaleti ile çelişmez mi?
İlaveten Dünya’nın geçici bir imtihan sahası, ahiretin de bu imtihanın neticesine göre ödül veya ceza şeklinde mükafatların alındığı sonsuz bir hayat safhası olduğunu biliyoruz ve buna inanıyoruz. Böyle olduğu halde, daha Dünya’da iken bir kısım insanların yaptıklarından dolayı cezaya çarptırılıyor olması Allah’ın kendi koyduğu yasa ile çelişmesi anlamına gelmiyor mu?
Bu ve buna benzer soruları anlamak ve cevaplayabilmek için öncelikle insanın mahiyetini, misyonunu ve yaratılış amacını bilmek gerekiyor. Bir ve tek yaratıcı olarak Allah’ın insandan beklentisi nedir? Bana kulluk etsinler diye yarattım derken Yüce Allah’ın insanın kulluğuna ihtiyacı mı var? Bu ve benzeri soruları ve bu soruların cevaplarını kafamızda netleştirdikten sonra yazının başlığındaki asıl soruya, yani kavimlerin helak sebeplerine ve Allah'ın adaleti ile çelişip çelişmediğine cevap verebiliyor olacağız. Buyurun birlikte sorular sorup cevaplarını tartışalım.
İnsan tesadüfen oluşmuş olabilir mi?
Peki yaratıcı bir tek olmak zorunda mı?
İnsanın yaratılışının amacı nedir?
Allah’ın insanların kulluğuna ihtiyacı mı var?
İnsan sebepsiz yere yaratılmış olabilir mi?
İNSAN TESADÜFEN OLUŞMUŞ OLABİLİR Mİ?
Çevremizde gördüğümüz hemen her nesnenin, alet veya makinenin bir ustası (yapanı) bir mühendisi (tasarlayanı) vardır. Elimizde tuttuğumuz cep telefonu, yazı yazdığımız kalem, oturduğumuz masa-sandalye, yemek yediğimiz kaşık, bindiğimiz araba… Her birinin kendiliğinden olmadığını biliyor, olamayacağına inanıyoruz. Nasıl ki bunlar kendiliğinden olamıyorsa aynı şekilde insan da kendiliğinde olmuş, tesadüf eseri ortaya çıkmış bir varlık olamaz. Muhteşem akli yetenekleri ve karmaşık beden yapısı ile insanın, muhakkak surette bir tasarımcısı, yapıcısı, yaratıcısı olmak zorundadır. İşte O, her şeyi yoktan var eden ve yoktan var etmeye gücü yeten tek Bir’dir. Yani Allah’tır.
Basit ve çok bilinen bir misal ile anlamaya çalışırsak;
Evinize gittiğinizde mutfakta çok güzel bir yemek ve yanında da mükemmel bir tatlı varsa, aklınıza ilk ne gelir? Anneniz veya eşiniz size hazırlamıştır değil mi? Ya da sizi evde bekleyen her kimse ya o yapmıştır. Ya da bir ihtimal o kişi dışarıdan sipariş vermiştir. Hasılı o yiyeceklerin oraya gelmesine veya orada olmasına birileri sebep olmuştur. Değil mi?
Ama yanındaki arkadaşınız da diyor ki; "Yahu annen veya eşin yapmamıştır bunları. Boşuna teşekkür etme onlara. Bence bu yemek ve bu tatlı muhtemelen kendiliğinden olmuş ya da mutfağın içindeki araç ve gereçler kafa kafaya verip bu yemeği pişirip bu tatlıyı hazırlamışlardır."
Arkadaşınıza tepkiniz ne olur? "Be akılsız arkadaşım, böyle güzel bir yemeğin, böyle enfes bir tatlının usta bir aşçısı, beni düşünen bir hazırlayıcısı vardır elbette !.." demez misiniz?
Hele ki ocağın, kaşığın, bıçağın, tuzun, şekerin kafa kafaya verip yemek ve tatlı yapmaları/olmaları daha mantıksız ve daha komik bir iddia değil mi?
Basit bir yemek veya tatlının yapılışını dahi tesadüfe ve sebeplere bağlayamazken, evrenin küçük bir örneği olan insanı ve evrendeki muazzam eserleri, eşsiz sanatları, benzersiz düzeni tesadüflere bağlamak nasıl mümkün olabilir?
PEKİ YARATICI BİR TEK OLMAK ZORUNDA MI?
Evet. Çünkü birden fazla yaratıcı tarafından yaratılmış bir insan, yaratıcıları arasında bir karmaşa yaşayabilirdi. Bu karmaşa, yaratıcılarının farklı hedefleri veya değerleri olmasından kaynaklanabilirdi. Örneğin, bazı yaratıcılar insanlığın mutluluğunu, diğerleri ise insanlığın gücünü veya bilgisini amaçlayabilirdi. Bu farklı amaçlar, insanlığın doğasını ve kaderini belirleyen çatışmalara neden olabilirdi.
Ayrıca, birden fazla yaratıcı, insanlığın yaratılışı konusunda da anlaşmazlığa düşebilirdi. Örneğin, bazı yaratıcılar insanın özgür iradeye sahip olmasını isterken, diğerleri insanın tamamen kontrol altında olmasını isteyebilirdi. Bu anlaşmazlıklar, insanlığın yaratılışında bir belirsizliğe sebep olur, insanın yaratılmamasına sebep olurdu.
Bu durumu insan yapımı aletler ve makinelerde de gözlemlemek mümkündür. Örneğin bir arabanın 2 direksiyonu, bir televizyonun 2 kumandası, bir geminin 2 dümeni yoktur, olamaz. Olması durumunda kaos olur, düzensizlik olur, amacına uygun hareket edemez, işlev göremez.
Dolayısıyla da yaratıcı bir tek olmak zorundadır. Eşi, çocuğu, ortağı olamaz.
İNSANIN YARATILIŞININ AMACI NEDİR?
İnsanın yaratılış amacı, farklı din ve felsefelerde farklı şekillerde yorumlanmıştır. Ancak genel olarak, insanın yaratılış amacının, Allah'a (Yaratana) kulluk etmek olduğu kabul edilmektedir. Bu, insanın en temel görevi ve sorumluluğudur.
İslam inancına göre, insan, Allah'ın yarattığı en şerefli varlıktır. Ona akıl, irade ve sorumluluk vermiştir. İnsan, bu özellikleri sayesinde, Allah'ı tanıyabilir, ona kulluk edebilir ve ona yakınlaşabilir.
İnsanın yaratılış amacının kulluk olduğu, Kur'an-ı Kerim'de de açıkça belirtilmiştir. Örneğin, "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56. Ayet) ayetinde, insanın yaratılış amacının kulluk olduğu ifade edilmektedir.
Hristiyan teolojisinde de insanın yaratılışının amacı, genellikle üç ana başlık altında incelenir:
- Tanrı'yı tanımak: İnsanın yaratılışının temel amacı, Tanrı'yı tanımak ve O'na ibadet etmektir. Bu amaç, insanın akıl, vicdan ve irade gibi yeteneklerine sahip olmasıyla mümkün olmaktadır. İnsan, bu yeteneklerini kullanarak Tanrı'nın varlığını, niteliklerini ve iradesini öğrenebilir.
- Dünyayı yönetmek: İnsan, Tanrı'nın yarattığı dünyayı yönetmekle de görevlendirilmiştir. Bu görev, insanın Tanrı'nın iradesine göre dünyayı geliştirmesini ve insanlığın refahını sağlamasını gerektirmektedir.
- Birbiriyle ilişki kurmak: İnsan, sosyal bir varlıktır ve diğer insanlarla ilişki kurmak için yaratılmıştır. Bu ilişki, sevgi, saygı ve yardımlaşma temelinde kurulmalıdır.
İnsanın yaratılış amacının kulluk olması, onun yeryüzünde bir halife olması anlamına da gelir. İnsan, yeryüzünde Allah'ın temsilcisidir ve yeryüzünde Allah'ın emirlerini uygulamakla sorumludur. Bu sorumluluk, insanın yeryüzünde iyilik ve barış için çaba göstermesini gerektirir.
Sonuç olarak, insanın yaratılış amacı, Allah'a kulluk etmek ve yeryüzünde bir halife olmaktır. Bu amaç, insanın en temel görevi ve sorumluluğudur. İnsan, bu amacı gerçekleştirmek için, dünya hayatında yaptığı her davranışta, Allah'ın rızasını gözetmelidir.
ALLAH’IN İNSANLARIN KULLUĞUNA İHTİYACI MI VAR?
Nasıl ki bir makineyi yapan mühendis onun en iyi şekilde çalışmasını biliyor ve bir kullanım kılavuzu ile onu kullanacak olana bunu anlatıyorsa aynı şekilde insanı yaratan Yüce Allah (c.c.) da insana, Kur-an ile tabiri caiz ise kendi kendisini en iyi şekilde kullanma reçetesini vermiştir. Bir makinenin çalışması için gereken yağ, bakım ve enerjiyi en iyi bilen mühendis gibi, Yüce Allah (c.c.) da insanın hem maddi hem de manevi ihtiyacını en iyi bilendir. Yüce Allah (c.c.) insanın fıtratına tabiri caiz ise kulluğu kodlamış ve sadece kendisine kulluk yapılasını emretmiştir. Dolayısıyla da insanın yaradılışında var olan bu inanma ve kulluk etme ihtiyacı, ancak ve sadece Allah ile gerçek bir tatmine ulaşabilir.
Bir misal ile açıklarsak eğer; Bir doktorun hastasına bazı ilaçları yazması ve ısrarla kullanmasını tavsiye etmesi, kendisinin bir ihtiyacı ve menfaati olduğu için değildir. Aksine hastanın faydası ve iyileşmesi içindir. Aynı şekilde Allah’ın, insanları kendisine kulluğa daveti de insanların iyiliği ve menfaati içindir.
İNSAN SEBEPSİZ YERE YARATILMIŞ OLABİLİR Mİ?
Yer yüzünün imar ve inşası, kulluk vazifesi kapsamında insan için tayin edilmiştir. Çok azının bilgisine henüz sahip olduğu sonsuz büyüklükteki evrende, sorumlu tutulduğu dünya neredeyse yok denecek kadar küçük, zerrecik boyuttadır. Bir tarafta dünyayı ve içindeki nimetleri olabildiğince gözünde ve gönlünde büyütüp diğer tarafta da dünyanın evren içindeki küçüklüğünü dair bilgiye sahip olan insanın, acaba sebepsiz yere mi yaratıldım demesi kadar anlamsız bir soru yoktur, olamaz. İnsanlık tarihi boyunca tüm duyu organlarımızla algılayabildiğimiz veya algılayamayıp sadece varlığının bilgisine sahip olduğumuz hiçbir şeyin, nesnenin, varlığın gereksiz olduğunu iddia eden bir tez olmamıştır. Nasıl olur da insan gereksiz yere yaratılmış olabilir? Hakeza insan dahi, işini görmeyecek, amaçsız ve gereksiz hiçbir alet ve edevatın üretimi için çaba harcamazken bunu yegâne yaratıcı güç olan Yüce Allah için düşünmek mümkün değildir.
Kavimlerin helak sebeplerini Kur-an’dan aşağıda bir kısmı bulunan ayetlerden okuyabiliyoruz. Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla bir kavmi helaka götüren şey, zulüm ve aşırılığa kaçmaktır. Buyurun önce ayetleri okuyalım. Sonra üzerinde tefekkür edelim.
“Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; direkleri (yüksek binaları) olan, ülkelerde benzeri yaratılmamış İrem şehrine, o vadide kayaları yontan Semûd kavmine, kazıklar (çadırlar, ordular) sahibi Firavun'a! Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda kötülüğü çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.” (Fecr Suresi 4-14. Ayetler)
“Rabbin, âyetlerimizi kendilerine okuyacak bir peygamberi ana yerleşim merkezlerine göndermedikçe hiçbir memleketi helâk etmez. Zâten biz, ahâlisi zulmü meslek hâline getirmedikçe herhangi bir memleketi asla helâk etmeyiz.” (Kassas Suresi 59. Ayet)
“Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri hâlde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız.” (Yunus Suresi 13. Ayet)
Okuyup, anladığımız kadarıyla bir kişinin, kavmin veya topluluğun helak edilmesi öncelikle bir uyarıcının, bir peygamberin onlara gönderilmiş olması ön şartına bağlıdır. Peygamber, o kişilere veya kavimlere iyiliği tebliğ eder, imana davet eder. Ancak onları bunu kabule zorlamaz. Kişi veya topluluklar özgür iradeleri ile bu daveti kabul veya ret edebilirler. Ancak basit ve kendisini/kendilerini bağlayan bir reddin ötesine geçip, Peygamber’in getirdiği mesaj ile mücadeleye girişenleri, insanın fıtratına aykırı davranıp, onu değiştirmeye yeltenenleri ve o mesaja inananlara yönelik zulüm, şiddet ve her türlü aşırılığa başvuranları, Yüce Allah (cc), daha bu dünyada iken kendilerine helak ile yaptıklarının karşılığını göstermiştir, göstermektedir.
Peki bu dünyadaki kısacık yaşamında insanın sahip olduğu özgür iradesi ile çelişmiyor mu bu? Akıllara böyle bir soru gelebilir. Ya da yazının başında da belirttiğimiz üzere o toplumlardaki küçük ve masum çocukların durumu nasıl açıklanabilir? Bir sorumluluk ve suçları yokken helak olmalarını nasıl anlamlandırabiliriz?
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Yukarıya alıntıladığımız Kassas Suresinin 59. Ayetinde de belirtildiği üzere Peygamberler ana yerleşim merkezlerine gelirler (oradan çıkarlar), oraya gönderilirler. Dolayısıyla da helaka muhatap olanlar da buradaki insanlar ve topluluk olmaktadır. Yani o memleketin ücra bir köşesinde yaşayan ve o ilahi tebliğe muhatap olmayanların helakı söz konusu değildir.
Hem dünya (gözlemlenebilir tüm everen) hem de ahiretin (gözlemlenebilir evrenin ötesi) yegâne yaratıcısı ve sahibi hiç şüphesiz ki Yüce Allah’tır. Biz sadece gözlemleyebildiğimiz evren hakkında fikir sahibiyiz ve ancak bu sınırlarda fikir yürütebiliriz. Dolayısıyla insan için bu dünyanın iyilik ve güzelliklerini, nimetlerini daha rahat düşünüp, hayal edip, kabullenebiliyoruz. Yeni doğmuş bir bebeğin veya birkaç yaşındaki bir çocuğun bu dünyadan erken ayrılmasını, burada kalıp 60-70 yıl yaşayanlara kıyaslayıp onları şansız olarak addedip, değerlendirebiliyoruz. Halbuki bu durumu, bir annenin emzikli bebeğini soğuk veya sıcak bir odadan diğer odaya taşıması ve onun için en iyi kararı vermesi gibi bir duruma benzetip, anlayabiliriz. Zira bebek diğer odanın kendisi için daha iyi veya kötü olduğu bilemez, düşünemez. Hatta bunu bilse dahi bir odadan diğer odaya gitme imkânı, gücü, iradesi yoktur. Dolayısıyla onun ihtiyacını en iyi bilen annesidir ve doğal olarak da onun için en doğru seçimi ancak o yapar ve yapıyordur da.
Tıpkı bunun gibi helak olan kavimlere mensup çocukların da durumunu ve ihtiyacını en iyi bilen, onların yegâne yaratıcısıdır. Yani Allah'tır. Onlara bu dünyadaki geçici hayattan daha değerli bir sonsuz hayat bahşedebilir. Bahşetmektedir.
Gelelim Allah’ın adaletine. İnanıp veya inanmama konusunda insanı serbest bırakan ve kendi tercihini yaşamasına müsaade eden Yüce Allah, bir kısım inkarcının haddini aşıp diğer inananlara zülüm yapmaya başlamaları ve inananlar için, inançlarını yaşayacak imkânları tüketmeye kast etmeleri sebebiyle adalet terazisini bu dünyada kurması kadar doğal bir şey yoktur. Zira bu dünyayı bir imtihan sahası olarak yaratan Yüce Allah o sahada yaşama imkanını da sağlamak durumunda olmalı ki adaleti tecelli etsin.
Bir misal ile canlandırırsak eğer; Teşbihte hata olmazsa şöyle olabilir. Bir sınıfta bir kısım öğrenci ders almakta, imtihan için hazırlıklarını yapmakta ve sınavlarını vermektedirler. Ancak bu öğrencilerden birkaçı dersi dinlemedikleri gibi dinleyenleri de rahatsız etmek ve o imkândan mahrum etmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bağırmalar, sıraları tekmelemeler, defter-kitapları yırtmalar, dersini dinleyip çalışanları itip dövmeler vb. Bu durumda sınıf öğretmeni veya o okulun idarecisi ne yapar veya yapmalı? Sanırım o azgın öğrencileri sınıftan çıkarıp, çeşitli cezai müeyyide veya bazı haklardan mahrum etmek suretiyle ıslah etmeye çalışır. Değil mi?
İşte kavimlerin helakını da bu şekilde anlamak, anlamlandırmak uygun olur sanırım. Tabi ki en doğrusu Yüce Allah bilir.