Odalar ve Duvarlar
Duvarlar vardı.
Usta ellerden yontulu, dışı derz, ortası çakıl dolu...
Genişliği metre, pencereleri ahşap, küçük ve belden yukarı…
Sesi yalıtmaz, soğuk işlemez. Çamur ile sıvalı, kireç ile badanalı...
Misafir elbisesinde kir, davet ve devlet ceketinde iz.
Çocukların erişemeyeceği yükseklikte dolap, içe gömülü.
Deste yastıklar, Halep desenli, sert kamıştan dolgulu…
İnce katlı döşekler, akfil kumaştan misafir yorganları…
Boydan serili, genç kızların hayallerinden kanaviçeler…
Kapıya yakın elbise askıları, meşeden oymalı.
Ellilik çiviler, galvaniz kaplı, kadir-kıymet hizalı, birer karış aralı…
Misafir havlusu, el feneri, gaz lambası, on dörtlük cam…
Sarıkamış meşesinden yedi mertek tavan.
İsli baca, teneke soba, kabuk atmış muşamba.
Odalar vardı.
Büyüklerin izni ile rahat oturulan.
Şeriat söylerdi imam baş köşede.
Hak-hukuk, ibadet ve kulluk, bir de komşuluk…
Teberrük olur dağılırdı mevlit, hububat tanelerinde.
Salavat olur her söz, kehribar tespihlerde.
Pehlivan Ali’dir, Aslandır Hamza ve sırtında un torbası ile Ömer…
Her biri kahraman çocuk kalplerde, her biri iman yaşlı gözlerde.
Gündüz çoban, gece Dengbej, sofrada son kaşık...
Beyaz sarık, nasırlı el, derin çizgilerden yazılı alın.
Demli çay, tasta şerbet, çokça naz…
Hafif öksürük, derin bir mırıldanma, kalpten gelen köz.
Mem u Zin, Xecé u Siyabend’ti söylenmeyen söz. Sevda.
Pepuk Kuşunun hikayesiydi yaşanan kış,
Kaf dağında Zümrüd-ü Anka’ydı özlenen bahar.
Mirza Mıhemed ve Rüstem’i Zal’dı mazlum bilekte kuvvet.
Önce sahipleri göçtü diyardan, sonra odalar kaldı yalnız…
Rutubet tuttu yünden yorganlar, kuytu köşelere mahkûm el emeği halılar.
Tenekeden çatı oldu vefa, komşuluk pencerede korkuluk adeta.
Minarede ezandır artık imam.
Baş köşesi renkli bir ekrandır odaların.
Son kaşığı kalmadı sofraların.
Seferi değil artık hiçbir yolcu.
Duvarları düz, duvarları ruhsuz artık odaların.